Birçok kişiye göre homo sapiens modern insan demek, bana göre bugünün tanımında modern insanın da ötesinde… Homo sapiens akıllı insan demek, lakin günümüzde bilinen anlamı homo insapiense daha çok uymakta gibi geliyor bana, sadece bilgi birikimiyle kendini ayrıştıran, sevgiden, hoşgörüden, yardımseverlikten yoksun kişilerdir homo insapiensler…
Homo Sapiens, sadece aklının değil duygularının da farkında olan, düşünmek denilen mükemmel sistemi en doğru şekilde kullanabilen, özüyle tanışmış, entellektüel birikimine rağmen mütevazi kalabilmiş, bilgisi ruhunu güzelleştiren, zekasıyla zehirlenmemiş kalpler…
İnsan kendini geliştirip duygularını geliştiremezse kendine ve çevresine zarar verebiliyor. En kötüsü evrensel akıl ile tanışmamış benliğedir. Çünkü gerçek insan, kendindeki mükemmelliği keşfederken başkalarındaki mükemmelliği de görebilen, aklını yüreğine teslim etmiş, kalbi artık ona doğru rehberlik yapan, yaratılışı, evrenselliği anlama algısını kazanmış kişidir. Bu hasletleri öğrenmediğimiz sürece hiçbirimiz modern zamanların bir homo sapiensi olamayız.
AKILLI TEKNOLOJİ, BİZLERİ AKILSIZ BIRAKTI…
Duyularımız sınırlı, mesafeleri bir yere kadar görebiliyor, işittiklerimizi belli bir frekansa kadar algılayabiliyoruz. Aklımızla değerlendirmemiz hep biraz eksik. Bilgi bizi insan yapar ya da insanlıktan çıkarır. Seçim yine size kaldı, hangi pencereden bakacak ve hayatı deneyimleyeceksiniz?
İnsan olarak yaşamımızın çoğunu düşük bilinç seviyesinde davranışlar sergileyerek geçiriyoruz. Genellikle kendimize dair endişeler taşıyoruz. Kendi başarılarımızı, kendi hayatımızı dar bir çerçevede tanımlıyoruz. Düşük bilinç sahibi olmanın göstergesidir denilebilir. Nörobilimcilerin bahsettiği ve alt zihin diye adlandırdıkları beynin alt kısımları, bizlere vurulduğunda misilleme yapmayı, başkalarını suçlamayı, hemen yanıt gerektiren soruları bastırmayı, serbest çağrışımlarda başarısız olmayı ve kim olduğumuz, nereye gittiğimiz konusuna takılıp kalmayı öğütler. Oysa nadiren de olsa, bize karşı herhangi bir suçlama veya tehdit olmadığı zamanlarda, belki gece geç saatlerde veya sabah erken saatlerde, bedenimiz ve tutkularımız sakinleştiğinde yüksek zihnimize girebilme ayrıcalığını yakalarız.
Nörobilimciler, bu alana neo-korteks diyor. Yani hayal gücü, empati ve tarafsızlığın merkezi. İşte bu zamanlarda kendi egolarımızı serbest bırakıp, daha az ön yargılı ve daha çok evrensel bakış açısına sahip insanlar oluruz. Böyle zamanlarda zihin kendi çıkarlarının ve ihtiraslarının ötesine geçer. Başkalarını hayal gücünün kapılarını daha çok aralayarak düşünmeye başlarız. Onlara eleştiriler yöneltmek yerine, davranışlarının ilkel zihinlerin baskısıyla ortaya çıktığını ve bize karşı herhangi bir kasıt içermediğini düşünürüz. Onların huysuzluklarının “kötü niyet” değil, sadece geçmişte aldıkları yaraların semptomları olduğunu görmeye başlarız.
Kuantum fiziğinin anahtar prensiplerinden biri, düşüncelerimizin realite belirlemesidir. 1900’lü yılların başında bunu “çifte yarık” deneyi adı verilen bir deneyle şüphe gölgesinin ötesinde kanıtladılar. Kuantum seviyede enerjinin (parçacıkların) davranışının belirleyici faktörünün gözlemenin farkındalığı olduğunu buldular. Aynı koşullar altındaki elektronlar bazen parçacıklar gibi davranırlar ve diğer zamanlarda dalgalar (formsuz enerji) gibi davranmaya dönerler, çünkü bu tamamen gözlemenin neler olacağı beklentisine bağlıdır. Gözlemenin gerçekleşeceğine inandığı şey her neyse, kuantum alanı bunu yapar. Düşüncelerimizin, duygularımızın, inançlarımızın ve niyetlerimizin enerji alanımıza etkisi, var oluşumuzun her anında içimizdeki ve etrafımızdaki kuantum realiteyi sürekli olarak bilgilendirir.
Kuantum dünyası, nasıl davranacağını bilmek için bir karar vermemizi bekler. Bizler gerçekte, kelimenin tam anlamıyla, yaratım üstatlarıyız. Çünkü tüm olasılıkların alanından neyi tezahür edeceğimize ve forma sokacağımıza karar veririz ve bunu yapma gücümüz ve yeteneğimiz tamamıyla neye inandığımıza ve nasıl hissettiğimize dayanır.