Büyük Taarruz öncesi annesine bağevinde veda eden Mustafa Kemal, ona bir çay davetine gideceğini akşama beklememesi gerektiğini söyler. Oğlunun cepheye gittiğini anlayan Zübeyde Hanım, yazdığı mektubu Ali Çavuş’la Mustafa Kemal’e gönderir: “Sen cepheye gidersin. Benim yüreğim bunu bilir. Senin için dua ediyorum bil! Ve de Mustafam, zaferi ele almadan dönme. Ben, seni beklemeyi bilirim…”
“GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER”
İtilaf Güçleri donanmasının savaş gemileri İstanbul’da varlığını gösterdiğinde tarih 18 Kasım 1918 idi. Mondros Mütarekesi’nin ardından cepheden İstanbul’a dönen Mustafa Kemal Paşa’nın düşman gemilerini gördüğünde ilk tepkisi, “Geldikleri gibi giderler” oldu. Mustafa Kemal, İstanbul’da yoğun temaslarda bulunarak, büyük bir sabır ve gizlilik içinde kurtuluş mücadelesinin temellerini attı. 9. Ordu Müfettişliği’ne atanan Mustafa Kemal Paşa, İngiliz savaş gemisinin takibindeki Bandırma Vapuru ile dalgalı denizde zorlu bir yolculuğun ardından 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak bastı. Ordan Havza’ya ardından da Amasya’ya geçti. Kurtuluş savaşının ilk kıvılcımı Amasya Genelgesi, 22 Haziran 1919 tarihinde yayımlandı. Erzurum Kongresi 23 Temmuz’da, Sivas Kongresi ise 4 Eylül’de toplandı.
Mustafa Kemal, 27 Aralık 1919’da Ankara’ya geldi. 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi Ankara’da açıldı. Meclis ordusu kuruldu. Yeni ordu, Yunan işgaline karşı direnişe geçti. Yunan Büyük Taarruzu, 23 Ağustos’ta 1921’de başlatıldı. Sakarya’nın gerisinde tertiplenen Türk ordusu, düşman güçlerine karşı efsanevi bir direniş gösterdi. Sakarya Savaşı ile Yunan Büyük Taarruzu geri püskürtüldü. Yunan kolorduları Afyon – Eskişehir çizgisinde hat oluşturdu.
Ankara’daki Meclis hükümetinin başka alternatifi kalmamıştı. Ya büyük bir taarruz ile Yunan ordusu imha edilecek ya da vatan kaybedilecekti. Meclis’te taarruz için sesler yükseliyordu. Ancak Mustafa Kemal, gerçekçi ve sabırlıydı. Yaklaşık bir yıl süreyle orduyu güçlendirmek için çalıştı. Sovyetlerden silah yardımı sağlandı. İstanbul’dan kaçırılan silah ve mühimmat, denizyoluyla İnebolu’ya ordan da Ankara’ya getirildi.
YILDIRIM BASKIN
Ordu 186 bin kişilik bir kuvvete çıkarıldı. Yunan kuvvetleri 220 bin civarındaydı ve motorize güç bakımından üstündü. Mustafa Kemal, 17 Ağustos 1922’de Ankara’dan gizlice ayrıldı. Hayır duasını aldığı annesine bile cepheye gittiğini söylemeyecekti. Başkomutanın Ankara’dan ayrıldığı anlaşılmasın diye Anadolu Ajansı’nda 21 Ağustos’ta Çankaya’da bir çay daveti vereceği haberi yapıldı. Önce Konya’ya, buradan da Akşehir’e geçti. Son hazırlıkları yaptıktan sonra Şuhut üzerinden gece yarısı Kocateoe’ye geldi. 26 Ağustos 1922’de sabahın erken saatlerinde Kocatepe’de Mustafa Kemal’in yanında Fevzi Paşa ile İsmet Paşa vardı. Kocatepe’nin tam karşısında Yunan ordusunun merkez kuvvetleri bulunuyordu. Yunan ordusuna merkezinden güçlü bir saldırı ile yarma harekatı yapılacaktı. Yani kuvvetin merkezine yıldırım baskın. Saat sabahın 04.30’unu gösterdiğinde Afyon ovası, Türk topçusunun seri atışlarıyla sarsıldı. Savaş 4 gün boyunca çok çetin geçti. 30 Ağustos’ta Başkomutan Meydan Muharebesi kazanıldı. İzmir’e kadar kovalanan Yunan ordusu imha edildi. Kurtulanlar da deniz yoluyla Anadolu’yu terk etmek zorunda kaldı.
“DUR DURAK YOK MU BENİM MUSTAFAMA”
Nezihe Araz’ın Dünya Yayıncılık tarafından yayımlanan “Mustafa Kemal’le 1000 Gün” Kitabı’nda, Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım ile Büyük Taaruz öncesi vedalaşması şöyle anlatılır:
“Zübeyde Hanım, Çankaya’daki bağevinin kendine ayrılan odasında pencerenin önünde oturmuş, başında beyaz örtüsü, telli gözlükleri, elinde küçük bir En’am Kuran okuyordu. Kapı vuruldu, ama cevap beklemeden hemen açıldı ve Mustafa Kemal içeri girdi. Keyifli, hayat dolu, şakacı, muzip:
Anacığım girebilir miyim?
Yerinden kalkmaya çabalayan Zübeyde Hanım önce kaşlarını çatarak:
Girdin zaten, dedi sonra ekledi. Gel a be çocuk! Gün doğumundan beri beklerim gelesin. Beklerim gelesin. Mustafa Kemal, elini annesinin omuzuna sıcak bir sevgi ve saygıyla attı, öbür eliyle annesinin elini öptü ve başına koydu:
Estağfurullah anne lütfen rahatsız olma. Ben oturmayacağım. Dışarıda arkadaşlar var. Müsaadenle seni görüp sonra hemen onlarla birlikte çıkmam lazım, bazı işlerimiz…
Zübeyde anne oğlunun yanağını okşayarak sordu:
Nereye gidersin böyle akşam akşam? Dur durak yok mu benim Mustafa’ma?
“BİR ÇAY DAVETİNE GİDİYORUM ANA”
Bir çay davetine gidiyoruz. Uzarsa, geç kalabilirim gece belki de gelmem. Sakın beni merak etme. Vakitlice yat olur mu?
Hayra git çakırım!
Zübeyde Hanım oğlunu inci ince süzüyor, bu laflara inanmadığını da belli ediyor:
Çay davetine öyle mi? Bu üniformayla mı? Bu çizmelerle mi uğlum?
Çaresiz kalan başkumandan yalnızca:
Anne dedi. Anne!
Bu çay ziyareti değil Mustafa’m!
“ÇAKIRIM! HAYRA KARŞI GİT”
Anne lütfen! Müsaadenle. Arkadaşları bekletmeyeyim. Allah’a emanet ol canım. Bir emrin var mıydı?
Yok Mustafa’m. Çakırım! Hayra karşı git… Allah’a emanet ol. Ne diyeyim?
Mustafa Kemal odadan çıkınca Zübeyde Hanım ağlamaya başladı. Oğlu çay davetine filan gitmiyordu. Ama her zaman olduğu gibi bu sefer de nereye gittiğini söylemek istememişti. (…)
“MOLLA ANNEN NEREYE GİTTİĞİNİ BİLİR”
Mustafa Kemal’in emir eri Ali Çavuş içeri girdi:
Beni emretmişsin anne?
Uğlum nerde Ali? Mustafam nereye gider?
Ali başını önüne eğmişti:
Çaya gitti anne. Çay davetine. Sana da öyle dedi ya.
Adi! A be ben bilmezmiyim nereye gitmiştir uğlum. Ana’yım ben! Cepheye gitti. Yüreğim öyle der. Ama o istemez hiç kimse bilsin nereye gittiğini. İşte yazdığım bir mektup bunun için Musafa’ma.
Ali şaşkın şaşkın:
Yazdın mı, diye sorarken, Zübeyde Hanım gözlüğünü düzeltti ve yazdıklarını okumaya başladı:
Mustafa’m bilirim gelmeyeceksin. Çay davetine gidiyorum dedin. Ama molla annen nereye gittiğini bilir. Sen cepheye gidersin. Benim yüreğim bunu bilir. Senin için dua ediyorum bilesin. Bil! Ve de Mustafa’m, zaferi ele almadan dönme. Ben, seni beklemeyi bilirim.
Ali al bu mektubu yetiştir una. Neredeyse bul. Bul uni anladın mı? (…)
“ANAMIN HAYIR DUASI CEBİMDE”
Mustafa Kemal kalpağı elinde Ali Çavuş’un ona ulaştırabildiği anasının mektubunu bir kez daha okuyup cebine yerleştirdi, sonra kalpağını başına giydi. İki elini yanındaki genç yaveri Salih’in omuzlarına koyarak:
Ne oldu dedi sus pus oldunuz? Merak etmeyin çocuklar, cebimde anamın hayır duası var. Artık size sırrımı açabilirim. Şimdi buradan doğru cepheye gidiyoruz. Taarruzu başlatacağız! Önce Tuz Gölü üzerinden Konya’ya, oradan da doğru cepheye! Konya’da yapılacak önemli bir işimiz var. Ayın yirmisinde de yine Akşehir’de olmamız lazım.
İlk tepki seryaver Salih’ten geliyordu:
Olamaz!
Neden arkadaş karar saati geldi.
Ama Paşam ya başaramazsak?
Ne demek istiyorsun sen? İşte sana söz: Taaruz başladıktan tam on beş gün sonra Yunanlıları denize dökmüş olacağız. Hâlâ ürküyor musun? (…)
“ANAM DUA ET”
Kocatepe’de gün doğuyor. Sonsuz bir sessizlik ve bekleyiş. Mustafa Kemal, bir taşın üstünde oturuyor. Arkasında ayakta Kolordu Kumandanı Bekir Sami, Fevzi ve İsmet paşalar. Mustafa Kemal konuşmuyor düşünüyor. Birden gökleri yaran, sessizliği paramparça eden topçu barajı ateşi başladı. Sanki yer yerinden oynuyor. Kocatepe arasıra ışığa boğuluyor bir amfiteatr gibi görünüyordu. Mustafa Kemal, ayağa kalktı. Dediklerini hiç kimse işitmiyormuş gibi seslendi:
Rabbim! Yunanlıların kazandığını gösterme bana! Onlar kazanacaksa gökkube başıma yıkılsın, daha iyi. Anam! Bize dua et!”
LOZAN’DA YENİ DEVLET TESCİLLENDİ
30 Ağustos 1922’deki büyük zafer ile vatanın kurtuluşu sağlandı. 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması, yeni Türk Devleti’nin devletler arenası içinde tescili oldu. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edildi. Büyük Taarruz, son 200 yıllık zaman dilimi içinde Türk ordusunun zaferiyle sonuçlanan ilk taarruz muharebesi oldu. Türk ordusu, dönemin koşulları içinde 14 gün gibi kısa bir sürede İzmir’e kadar yürüdü.