Hayaletlere Fısıldayan Adam – Ingmar Bergman
“Umarım Asla Dindar Olacak Kadar Yaşlanmam.”
“İçimdeki şeytanların dizginlerini elimde tutmayı hep başarmışımdır. Ve böylece bir işe yaramak zorunda kaldılar.” diyerek film anlayışını ifade eden Ingmar Bergman, 4 Temmuz 1918’de İsveç’te dünyaya gelmiştir. Stockholm’lu bir papazın oğlu olan Bergman’ın çocukluğunun çok da sakin geçtiği söylenemez. Dört yaşına kadar annesiyle birlikte uyurken, kurulu düzeni kız kardeşinin doğumuyla bozulmuştur. O ve erkek kardeşi Dag, beşiğinde uyuyan kardeşlerini öldürmeye çalışmışlardır ancak katil olmayı beceremedikleri için bebeği sadece uyandırmayı becermişlerdir. Bergman, hızını alamayıp erkek kardeşinin yatağını yakarak, kız kardeşinin üstünde bitiremediği işi Dag’ın üstünde de bitirmeyi becerememiştir.
Ne yazık ki Ingmar Bergman’ın ailesine bu derecedeki düşmanlığı yine ailesinden geldiğini söylemiştir. Sürekli yatağını ıslatan Bergman, kıyafetlerini batırdığı için cezasını tüm gün kırmızı etekle gezerek çekiyormuş. En küçük bir ev kuralını ihlal ettiğinde, tüm ailesi onu yok sayarak sanki evde yokmuş gibi davranarak tepkilerini bu şekilde gösteriyorlarmış. Anne ve babasının sadist duyguları kabardığında Ingmar’ı bir dolaba kitler ve dolapta çocukların parmaklarını yiyen vahşi bir canavarın olduğunu söyleyip korkuturlarmış. Bergman’ın sadist ailesi sayesinde onun da kukla tiyatrosu ve doğaçlama “büyülü fener” gösterileriyle bu şekilde kaçmanın yolunu buluyormuş.
İlk film gösterimini on yaşındayken kıyafet dolabının duvarında yapan Bergman başarılı bir hikaye anlatıcısı olmuştur. Bir gün okulda tüm sınıfa, akrobat olarak yetiştirilmesi için ailesi tarafından bir sirke satıldığını söylemiş ancak öğretmeni yalan söylediğini anlayarak sağlam bir ceza vermiştir. 1938 yılında kaydolduğu Stockholm Üniversitesi’nde öğrencilerin tiyatro çalışmalarına katılmış ve kısa süre içinde yoluna film senaryoları ile devam etmiştir. 1946’da ilk uzun metrajlı filmi olan Bunalım’ı çekmiştir. 1955’de çektiği Bir Yaz Gecesi Gülümsemeleri adlı romantik komedi filmiyle neredeyse tüm dünyanın beğenisini toplamış, Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye’ye aday olmuştur. Yedinci Mühür ve Yaban Çilekleri, Bergman’ın sinema sektöründeki yerini sağlamlaştırmıştır.
Ruhlar dünyası, Bergman’ın birçok filminde karşımıza çıkar. Esasen, İsveç’teki mülkünde bir yargıç, bir de ayakkabı tamircisi olmak üzere iki hayalet yaşadığını ve hatta onların seslerini duyduğunu ileri sürmüştür. Bir keresinde annesinin hayaletiyle karşılaştığına; gözlerini dikmiş denize doğru bakarken ölmüş annesinin kendi arkasında durduğuna emin olduğunu söylemiştir. Kendisinin de bir hayalete dönüşüp, yaşayanların dünyasına geleceğine inanıyormuş. Bergman, tiyatronun eski sakinlerinin ruhlarının yarım kalan işlerini tamamlamak için hala etrafta olduğuna inanıyordu.