Başkalarının Acısına Bakmak
Etik terimi yunanca “karakter” anlamına gelen “ethos” sözcüğünden türemiştir. Türkçe’de etik sözcüğü yanlış biçimde ahlak sözcüğüyle eş anlamlı olarak kullanılmaktadır.
Epsilon Ethos insanın yaşam alanını ifade eder. Toplumdaki alışkanlıklar, gelenekler, görenekler ve töreler anlamına gelmektedir. Sosyolojik anlamda “ahlak kuralları” gibi, bunlara uyup uymama durumu ele alınır.
Eta harfiyle başlayan Ethos durumunda ise etiğe uygun davranan kişi, ona öğretilen kuralları olduğu gibi kabul etmez. Bu kurallar üzerinde düşünerek, ortak iyiye hizmet ettikleri kanısına kendi zihninde vararak bunları “alışkanlık” haline getirir.
Burada etik karakter anlamını da kazanmış olmaktadır. Diğer bir deyişle, etik; insanın huyu suyu, karakteridir. Aslında bu terimleri sadece etimolojilerine göre değil, felsefedeki anlamlarına göre incelemeliyiz.
Ahlak, belli bir dönemde belli insan topluluklarınca benimsenmiş olan, bireylerin birbirleriyle olan ilişkilerini düzenleyen töresel davranış ilke ve kurallarının toplamı.
Ahlak felsefesi insan davranışlarını özel bir sorun alanı olarak ele alan, bu davranışları yöneten ilke ve değerleri inceleyen ve “nasıl yaşamamız gerekir” sorusuna yanıt arayan bir felsefe disiplinidir. Başka bir deyişle felsefenin doğruluk ve yanlışlık, iyi veya kötü ile ilgili ahlaki yargıları ele alan, ahlaki eylemle doğasını soruşturan ve iyi bir yaşamın nasıl olması gerektiğini açıklamaya çalışır.
Türkçe’de etik kelimesinin bu ince ayrımlara dikkat edilmeden ve yerli yersiz giderek daha fazla kullanılmasının aslında bu konuda yaratılmak istenen duyarlılığın toplumun geniş katmanlarında billurlaşmaya değil aksine bulanıklığa yol açtığı söylenebilir. Ahlak yerine etik teriminin tercih edilmesinde rol oynamış bir diğer sebep de şu olabilir: Ahlak, birtakım dini çağrışımları beraberinde getirdiği için daha seküler, daha nötr ya da daha tarafsız görünen etik terimi hem resmi belgelerde hem de günlük kullanımda daha fazla tercih edilmeye başlamıştır.
Ahlak yerine etik kelimesinin kullanılmasıyla, “etik olmayan davranış” tanımı, “ahlaki olmayan davranış” tanımlaması kadar vurucu olmayacak, dolayısıyla kişilerde ve toplumda gerekli tepkiyi yaratamayacaktır. Ahlakı olmayan kişi olmaz, olsa olsa ahlaka aykırı bir tutum sergileyen bir kişiden söz edilebilir. Bir yerde insan varsa ve bu insanlar bir arada yaşıyorsa mutlaka ahlak da vardır.
Etik, eylemleri ahlaki olarak nitelendirirken kullandığımız ölçütlerle ya da hangi şartlar altında bu ilkelerin genelgeçer hale geldiği/gelebileceği ile ilgilenir. Etiğin ilgisi, bir kişinin bir eylemde bulunmaya karar vermesinden daha çok, neye karar verdiği ve verdiği kararla gerçekte ne yaptığıdır.
Kısacası, etik; ahlak üzerinde sistemli bir düşünce, irdeleme, araştırma, soruşturma, tartışma aracılığı ile ahlaki sorunlarla ilgilenmektedir.
Tüm bu tanımlamalara baktığımızda, etik ve ahlak kavramlarının eş değer kullanılması doğru olmamaktadır. Türkçe’de ahlak sözcüğüne yüklenen anlam, toplum normlarının dayatılmasından başka bir şey değildir. Geçmişten, geleceğe toplumun benimsediği, istediği belli davranışlar ve tutumlar vardır. Aslında etik olmak; iyi insan olmak, erdemli olmak olarak görülür ama burada da iyi ve kötü sözcüklerinin de irdelenmesi gerekir. Bu kavramlar görecelidir. Bir başkasının iyiliğine neden olan bir davranış başka birinin kötülüğüne sebep olabilmektedir. Aslında etik olmak sadece kendinin değil başkalarının da acılarına bakmaktadır. Ben merkezci olmamalı, başkalarının alanına da girmeden, tüm canlılara karşı korumacı olmalıdır. Ahlak kelimesine genelde din ile özdeşleştirilmektedir. Özellikle kadınlara birçok dayatma, baskı yapılmaktadır. Birçok kadın “namus” adı altında kadınlara karşı yapılan suçları meşrulaştırmaktadır. Günümüzün gerçeği maalesef budur. Ahlaklı olmak, kendinin ve başkalarının sınırlarını bilerek, saygıyı esas almaktır. Kimseye, hiçbir canlıya zarar vermemektir. Başka birinin hayatına müdahale etmemektir. Aslında etik budur. Kendine ve çevrene zarar vermeden, saygıyı ilke edinerek yaşamaktır, çok zor bir şey değildir ama günümüz toplumu bunu bile yapmakta zorlanmaktadır.
“Başkalarının acısına bakmak” demişken sizi Suzan Sontag ile tanıştırmak istedim. Susan Sontag hep muhalif ve asiydi. Romancı, öykücü, denemeci, senarist, yönetmen, insan hakları aktivisti ve savaş karşıtı provokatif bir entelektüeldi. Bir Amerikalı olarak Vietnam savaşı sırasında, Beyaz ırk insanlık tarihinin kanseridir, diyerek tepkisini ortaya koydu ve kendi bedenindeki kanserle uzun yıllar savaştı. Sinema, cinsellik, savaş, fotoğraf, pornografik edebiyat, faşist estetik, AIDS, kanser ve felsefe üzerine yazılar kalem aldı. Başkalarının Acısına Bakmak Susan Sontag’ın ölümünden bir yıl önce kaleme aldığı önemli eserlerinden biridir. Kitapta fotoğrafın işlevi sorgulanıyor. Bir fotoğraf, düşüncelerimizi değiştirir mi, bize farklı bir bakış açısı sunar mı? Kitap dokuz bölümden oluşuyor. İlki Londralı seçkin bir avukatın Virginia Woolf’a gönderdiği savaş fotoğrafları ve sorduğu, “Sizce savaşı nasıl önleriz?” sorusuna Woolf’un yazdığı cevap üzerine. Kadınların ve erkeklerin savaşı farklı değerlendirdiğini düşünüyor Woolf ve, “Aynı fotoğraflara baktığımızda aynı duyguları hissedip hissetmediğimiz konusu üzerinde duralım,” diyor.
Fotoğraflar savaş zamanlarında tarafların öç duygularını harekete geçiren ve kişinin sağlıklı düşünmesini engelleyen birer propaganda aracı olarak kullanılıyor. Savaş fotoğrafları kişinin ideolojik bakış açısını nadiren aşabiliyor. İsrail askerlerince çatışmada öldürülen bir Filistinlinin basına yansıyan fotoğrafı İsraillilerce terörist ve ölümü hak eden bir cani olarak görülürken aynı fotoğraf bir Filistinli için halkına kendini feda eden bir vatansever, bir kahraman olarak görülüyor. İdeolojik bakış açısını aşarak tarafsız bir gözle bakarsak, ölen kişinin bir ailesi olduğundan hareketle onu bu kötü sona hazırlayan şartlar üzerinden değerlendirerek anlamayabiliriz. Hiçbir ideoloji ölümü haklı kılmaz. Suriyeli mülteci Alan Kurdi’nin kıyıya vuran cesedi, acı bir fotoğraf karesi olarak hafızamıza kazınmıştır. Bu fotoğraf bize savaşı, göçü, vahşeti ve savaşın perde arkasını anlatır. Fotoğraf gerçeği işaret eder ama tamamını göstermez, diyor Sontag. Bazen bir fotoğraf her şeyi değiştirebilir, çok şey anlatabilir. Alan Kurdi’nin fotoğrafı savaşların korkunç yüzünü gösteriyor. Sontag kitabın bir başka bölümünde vicdani retçi Ernst Friedrich’in Savaşa Karşı Savaş kitabındaki fotoğraflara değiniyor ve fotoğrafın iki önemli etkisine, ilki insanı uyarması, ikincisi ise hissizleştirmesine değiniyor. 2003 Frankfurt Barış Ödülü’ne değer görülen Sontag, “Edebiyat, özgürlüğün ta kendisidir!” diyor ve kitabın sonunda yer alan ödül törenindeki konuşmasında soruyor: “Bizden ya da bizden olmayanlara karşı bir sempati besleyemezsek nasıl insanlar oluruz? En azından bazı anlarda kendimizi unutmayı başaramazsak nasıl insanlar oluruz? Yaşadıklarımızdan ders çıkarmayı bilemezsek nasıl insanlar oluruz? Ya affetmeyi bilmezsek? O zaman olduğumuzdan başka bir şey haline gelmez miyiz?” Yazar, barış yapmanın unutmak olduğunu savunuyor. Oysa öç duygusunun yıkıcı, kavganın yaralayıcı olduğunu içselleştirirsek hatırlamak vahşetin tekrarlanmasını engeller. Uzlaşmak için hafızanın kusurlu ve sınırlı olmasına gerek olmadığını da söyleyebiliriz.