İyilik ve Kötülük Üzerine
Aristoteles’e göre insan düşünen bir hayvandır. İnsanları diğer canlılardan ayıran bu özellik onun etik açıdan değerlendirilebilir olduğunu gösterir. Diğer canlılar sadece yaşamak adına belli koşullarda belli durumları gerçekleştirir. Diğer canlılar birbirlerine kötülük yapmaz, yaptıkları yaşamak adına ihtiyaçlarıdır. İyilik ve kötülük insana aittir. İyi ve kötü kavramlarının niteliği kişiye göre farklılık göstermektedir. Benim için iyi olan bir durum başkası için kötü durumlar yaratabilir.
İnsanlar ben kaynaklı hareket ettiğinde başkası için kötüyü ortaya çıkarabiliyor. İyilik bir eylem içermez ama kötülük içerir. Çeşitli kötülükler vardır ve bunlar sürekli artmaktadır. Bu kadar güzelliğin içinde kötüyü nasıl buluyoruz, yapıyoruz? Kötü olmakla ilgili çeşitli yaklaşımlar mevcuttur. Jane Austen, kötülüğün başkasını görememek olduğunu söyler. Görmeyince empati de yapılamaz. Başkasını anlamayan, onun sınırlarını işgal edebilir. Empati yapamamak aslında bencilliktir. Ben merkezinde pragmatist davranışlarıyla kötülüğe ulaşır. John Locke’a göre insan zihni boş bir levhadır (Tabula rasa). İnsan dünyaya boş bir zihinle gelir ve öğrenilmiş bilgilerle düşüncelerini oluşturur ve ona göre davranır. İyilik ve kötülüğü de sonradan öğrendiğimizi düşünüyorum. Duyularımızla algıladıklarımızı öğreniyoruz. Okuduğumuz kitaplar, izlediğimiz filmler, gözlemlerimiz, diğerlerinin davranışlarına karşı hissettiklerimiz, hayat koşullarımız, azınlıkta olmama iç güdüsü, dışlanma korkusu, güçlüye itaat, iyi veya kötü olmamızı belirliyor. Kendini geliştirmeye adamış, öğrenmeye aç kişilerin kötülükten biraz daha uzaklaştığını düşünsem de kötülüğün niteliğini bilmemekle beraber, iyiliği ne kadar fazla barındırıyor olursa olsun iyiliğin olduğu her yerde kötülüğün de olduğunu düşünüyorum. Shakespeare iyiliği bir algı olarak görür. Çevresel koşullar da algımızı oluşturur. Bunu Milgram deneyinde de görüyoruz. Milgram Deneyi, insanların erk sahibi bir kişi veya kurumun isteklerine, kendi vicdani değerleriyle çelişmesine rağmen itaat etmeye ne ölçüde istekli olduklarını ölçme amacını güden bir deneyler dizisinin genel adıdır. Deneyin kilit noktası, deneklerin şahsi vicdanlarıyla çelişen unsurların varlığına karşı otoriteye nasıl boyun eğdiklerini gösterebilmektir. Deney içerisinde üç kişi bulunmaktadır: denek, işbirlikçi ve araştırmacı. Araştırmacı, otoriteyi temsil etmektedir ve emirleri veren taraftır. Denek, öğretmeni temsil etmektedir ve otoriteden gelen emirleri uygulayan konumundadır. İşbirlikçi ise öğrenci rolündedir ve öğretmenden gelen uyarılara maruz kalan taraftır. Burada, “işbirlikçi” denmektedir, çünkü esasında öğrenci konumunda olacak kişi, deneyi düzenleyen araştırmacı tarafından önceden bilgilendirilmiştir ve rol yapacaktır, aslında gerçek elektrik akımı verilmesi söz konusu değildir. Ancak bunu denek bilmez. Denek işbirlikçiye soru sormaktadır ve her yanlış cevabında elektrik akımını arttırarak şok vermektedir. Milgram’ın ilk deney dizisinde öndeneklerin %65’inin (40 öndenekten 26’sının) deneydeki en yüksek gerilim olan 450 voltu, her ne kadar epey huzursuzluk hissetmiş olsalar da uyguladıkları görüldü. Kötülüğün her an içerisinde bulunabiliriz. Gerekli koşullar sağlandığında, itaat iç güdüsüyle koşullar yerine geldiğinde çoğu insan kötü olabiliyor. Burada da empati kavramı yine karşımıza çıkıyor. Eğer elektrik verilen kişinin yerine kendini koyabilseydi buna devam edebileceğini düşünmüyorum.
Çocukluk dönemimiz ileriki yaşlarda iyi ve kötü olmamızın belirleyici bir sürecidir. Öğrendiklerimiz bize küçük yaşta işlemeye başlıyor ve bizi şekillendiriyor. Çocukluktan itibaren değer görmek bizi güvenli alana taşıyor. Değersizlik, yetersizlik, şiddet ise daha acımasız bir kimliği ortaya çıkarıyor. Onaylanmak, sevilmek bizleri daha iyi yaparken, yalnızlık, dışlanmışlık kötülüğe teşvik ediyor. İyi bir dünyada yaşamak istiyorsak, iyi insanlar yetiştirmek adına bu dönemi önemsemeliyiz diye düşünüyorum.
İçerisinde bulunduğumuz pandemi sürecine baktığımızda ise, gelecek günlerin belirsizliği içinde insanların manevi değerlere daha çok yöneldiğini görüyoruz. İnsanlar aileleriyle daha fazla vakit geçiriyor, çocuklarıyla ilgileniyor, kitap okuyor, eğitim alıyor, eğitim veriyor. Kişisel gelişim adına birçok iyi davranışlara yönelmiş durumdalar. Birliğin arttığı ve çıkar olmaksızın insanların birbirlerini kolladığı bir dönemdeyiz. Manevi ilişkilerin önemini daha iyi anladığımız bir dönemdeyiz. Kötülüğe karşı iyilikle savaş verilen bir dönemdeyiz. Bu süreçteki edinilmiş alışkanlıklar ne kadar daha kalıcı hale gelirse iyiliğin gün yüzüne çıktığı bir dünya yaşam bulacaktır.